19 Şubat 2015 Perşembe

Evrâd u Ezkâr







ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
ALLAH(cc)
ALLAH(cc)
ALLAH(cc)
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-1
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-2
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-3
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-4
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-5
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-6
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-7
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-8
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-9
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-10
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-11
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-12
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-13
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-14
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-15
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-16
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-17
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-18
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-19
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-20
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-21
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-22
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-23
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-24
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-25
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-26
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-27
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-28
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-29
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-30
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-31
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-32
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-33
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-34
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-35
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-36
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-37
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-38
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-39
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-40
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-41
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-42
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-43
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-44
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-45
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-46
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-47
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-48
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-49
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-50
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-51
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-52
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ-53
>ESMÂÜ'LHÜSNÂ-54
>ESMÂÜ'L
HÜSNÂ-55

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İNDİR-1(Zip)
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İNDİR-2
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İNDİR-3
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İNDİR-4
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İNDİR-5
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ İNDİR-6
Evrâd u Ezkâr
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ  نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ فْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ

Hasbünallahu ve ni'mel vekil, ni'mel mevlâ ve ni'mennasîr, ğufrâneke Rabbena ve ileyke'l masîr.
Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, ne güzel yardımcı ve ne güzel dosttur, Bizi bağışlamanı diliyoruz, Ey Rabbimiz dönüş yalnız sanadır.
(Al-i İmran, 173)
رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَناَمِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

Rabbena Lâ tuziğ kulûbenâ, ba’de iz hedeytena, ve heblenâ mil’ledünke rahmeh, inneke entel Vehhâb.
Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma.
Kendi katından bize rahmet ver. Gerçek rahmet edici Vehhab Sensin.

(Al-i İmran, 8)
لاَ إِلهَ إِِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

Lâ ilâhe illâ ente sübhaneke innî küntü minezzâlimîn.
Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü eksik ve noksandan tenzih ederim.
Gerçekten ben nefsine zulmedenlerden oldum.

(Enbiya, 87)
رَبِّ إِنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

Rabbi innî messeniyed’durru ve ente erhamur’rahimîn.
Ey Rabbim! Zarar bana dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.
(Enbiya, 83)
رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ

Rabb’iğfir verham, ve ente hayrur’rahimin.
Ya Rabbî, Sen bizi affet, Sen bize merhamet et.
Zira merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin.

(Mü’minûn, 118)
سُبْحَانَكَ لاَاِلهَ اِلاَّ اَنْتَ اْلأَمَانُ اْلأَمَانُ نَجِّّناَ مِنَ النَّارِ

Sübhaneke lâ ilâhe illâ ente’l eman’ül emân, neccina minennâr.
Seni tesbih u takdis ederiz, Sen’den başka ilah yoktur.
Sen Emân’sın, bizi cehennem ateşinden kurtar.

(Cevşen’ül Kebir’den...)
اَللَّهُمَّ إِِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنَّا

Allahümme, inneke afuvvun tuhibbul afve, fa’fuanna.
Allah’ım şüphesiz sen affedicisin. Affetmeyi seversin. Bizleri de affet.
(Peygamber efendimizin tavsiye ettiği Kadir gecesi duası)
سُبْحَانَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللهِ الْعَظِِيمُِ

Sübhanallâhi ve bihamdihî, sübhanallâh’il azim.
Yüceler yücesi, her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh olan Allah'ı hamd ile tesbih u takdis ederim.
(Peygamberimiz bu dua için ‘dile hafif, terazide ağır gelecek bir tesbih’ buyurmuş ve hergün 100 defa okumuştur.)
اَللَّهُمَّ وَفِّقْناَ اِليٰ ماَ تُحِبُّ وَتَرْضاَ

Allahümme veffiknâ ilâ mâ tuhibbû ve terdâ.
Ey Allah’ım! Bizleri sevdiğin ve razı olduğun işlere muvaffak eyle.
(Peygamber Efendimiz’in bir duası)
رَبِّ اِنِّى ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْلِي فَاِنَّهُ لاَيَغْفِرُالذُّنُوبَ اِلاَّ اَنْتَ وَارْحَمْنِي اِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Rabbi innî zalemtü nefsî fağfirlî, fe innehû lâ yağfiruzzunûbe illâ ent, verhamnî inneke ente’l Ğafur’ur’rahim.
Rabbim! Gerçekten ben (günahlarla) kendime zulmettim, beni bağışla. Günahları bağışlama sadece sana aittir.Bana merhamet et, çünkü Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.
(Birgün Hz.Ebûbekir, Peygamber efendimiz’e ‘Ya Rasulallah! Bana öyle bir dua öğret ki, onu çok okuyarak cennete gireyim’ dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) O’na bu duayı öğretti.)
سُبْحَانَكَ ماَ عَرَفْناَكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ ياَ مَعْرُوفُ سُبْحَانَكَ ماَ ذَكَرْناَكَ حَقَّ ذِكْرِكَ ياَ مَذْكُورُ سُبْحَانَكَ ماَ شَكَرْناَكَ حَقَّ شُكْرِكَ ياَ مَشْكُورُ سُبْحَانَكَ ماَ عَبَدْناَكَ حَقَّ عِباَدَتِكَ ياَ مَعْبُودَ

Sübhaneke  mâ arefnâke hakka mârifetike yâ Mâruf ! Sübhaneke mâ zekernâke hakka zikrike yâ Mezkûr !Sübhaneke ma şekernâke hakka şükrike yâ Meşkûr !Sübhaneke mâ abednâke hakka ibadetike yâ Mâbûd !
Seni hakkıyla bilemedik ey Maruf (ey bilinmeye en layık) Seni hakkıyla zikredemedik ey Mezkur (ey zikredilmeye en layık) Sana hakkıyla şükredemedik ey Meşkûr (ey şükre en layık) Sana hakkıyla ibadet ve kulluk yapamadık ey Mâbud (ey ibadete en layık)
(Şah-ı Nakşibendi’nin Evrad-ı Kudsiye’sinde geçer, Peygamberimizin (sav) dualarından iktibas edilmiştir.)
يَامُحَوِّلَ ٱلْحَوْلِ وَٱلاَحْوَالِ حَوِّلْ حَالَنَآ اِلىٰ اَحْسَنِ ٱلْحَالِ

Ya Muhavvile’l havli ve’l ahvâl, havvil hâlenâ ilâ ahseni’l hâl.
Ey bütün hâl ve durumları değiştirerek halden hale çeviren Muhavvil, hâlimizi en güzel hale çevir.
(Evrâd-ı Kudsiye’den)
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلىٰ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ طِبِّ ٱلْقُلُوبِ وَدَوَا ئِهَاوَعَافِيَةِ ٱ ْلاَبْدَانِ وَشِفَائِهَا وَنُورِٱ ْلاَبْصَارِوَضِيَائِهَا وَعَلَىۤ اۤلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ


Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin tıbbil kulûbi ve devâihâ, ve âfiyeti’l ebdâni ve şifâihâ ve nûri’l ebsâri ve dıyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.
Ey Allah’ım! Kalplerin tabibi ve ilacı, bedenlerin afiyeti ve şifası, gözlerin nûru ve ziyası olan Efendimiz Hz. Muhammed’e ve O’nun âl ve ashâbına, salât ve selam eyle!
(Maddi-Manevi hastalıklara şifa bir salavat-ı şerîfe)
اَللَّهُمَّ اِنَّانَعُوذُبِكَ مِنْ جَحْمَةٍلاَتَدْمَعُ { وَمِنْ جَنَانٍ لاَيَفْزَعُ وَمِنْ قَلْبٍ لاَيخْشَعُ { وَمِنْ دُعَآءٍ لاَيُقْبَل وَمِنْ عِلْمٍ لاَيَنْفَعُ وَمِنْ قَوْلٍ لاَيُسْمَعُ وَمِنْ نَفْسٍ لاَتَشْبَعُ{وَمِنْ عَوَاذِٱلْمَاعُونِ

Allahümme innâ neûzü bike min cehmetin lâ tedmeu, ve min cenânin lâ yefzeu, ve min kalbin lâ yehşeû, ve min duâin lâ yukbelu, ve min ilmin lâ yenfeu, ve min kavlin lâ yüsmeu, ve min nefsin lâ teşbeu, ve min avâzi’l mâûn.
Allah’ım ağlamayan gözden, ürpermeyen kalpten, huşû duymayan gönülden,kabul edilmeyen duâdan, fayda vermeyen ilimden, dinlenilmeyen sözden, doymayan nefisten, az da olsa yardım etmeyi sevmemekten Sana sığınırım.
(Hadis-i Şeriflerden süzülmüş bir dua, Evrad-ı Kutsiye-i Şah-ı Nakşibendî'den)
اَللَّهُمَّ بَاعِدْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ خَطَايَا كَمَا بَاعَدْتَ بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ { اَللَّهُمَّ نَقِّنَا مِنَ الْخَطَايَا كَمَا يُنَقَّى الثَّوْبُ الأَبْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ{وَغْسِلْنَا بِالْمَاءِ وَالثَّلْجِ وَالْبَرَدِ

Allahümme bâid beynenâ ve beyne hatâyâ, kemâ bâadte beyne’l-Meşrikı ve’l-Mağrib. Allahümme nakkinâ mine’l hatayâ kemâ yunakka`s-sevbu`l-ebyedu mine`d-denes. Vağsilnâ bi’l mâi ve’s-selci ve’l-bered.
Allah’ım! Bizimle günahlarımızın arasını, doğuyla batının arası kadar uzak eyle. Allah’ım! Beyaz elbisenin kirden arındırıldığı gibi bizi de günahlarımızdan arındır, ve bizi su ile, kar ile ve dolu (gibi en temiz şeyler) ile temizle.
(Peygamber Efendimizin bir duası)
اَللَّهُمَّ نَّنَاظَلَمْنَآاَنْفُسَنَافَٱغْفِرْلَنَآ اَوْزَارَنَاٱلْكَبَآءِرَوَٱللَّمَمَ فَاِنَّهُ لاَيَغْفِرُهُمَااِلاَّ اَنْتَ

Allahümme innenâ zalemnâ enfüsenâ fağfirlenâ evzarane’l kebâira ve’l lemem, Fe innehû lâ yağfiruhumâ illâ ent.
Allah’ım! Hiç şüphesiz biz nefsimize zulmettik, yazık ettik. Sen bizim büyük, küçük bütün günahlarımızı bağışla. Çünkü, günahları ancak Sen bağışlarsın, bizi ancak Sen affedersin.

اَللَّهُمَّ تَقَبَّلْ تَوْبَتَنَا وَٱغْسِلْ حَوْبَتَنَا وَسَدِّدْ مَقَاوِلَنَا وَٱسْلُلْ سَخِيمَةَ صُدُورِنَا وَاَذْهِبِ ٱلذَّحْلَ وَٱلرَّانَ وَٱلاِحْنَةَ مِنْ قُلُوبِنَا

Allahümme tekabbel tevbetenâ, vağsil havbetenâ, ve seddid mekâvilenâ, ve’slül sehîmete sudûrinâ,ve ezhibi’zzehle ve’rrâne ve’l ihnete min kulûbinâ.
Allah’ım! Tevbemizi kabul eyle, ruhumuzu temizle, verdiğimiz sözleri yerine getirmeyi nasip eyle, içimizdeki kinleri yok et ve kalplerimizden intikam, kin ve düşmanlığı temizle.

اَللَّهُمَّ اِنَّا نَعُوذُبِكَ مِنْ جُدَاعِ ٱلْفُجْاَةِ وَمِنْ حَرْقِ ٱلْمَاْنُوسَةَ {وَمِنَ أ ْلاِلْحَادِ وَ ٱ لْغِرَّةِ وَمِنَ ٱ لْجَمِّ وَ ٱ لْعَنَتِ وَمِنَ ٱ ْلاُمُورِ ٱ لْمُطَمِّرَاتِ

Allahümme  innâ neûzübike min cüdâi’l füc’eti ve min harkı’l me’nûseh, ve mine’l ilhâdi ve’l ğırrati ve mine’l cemmi ve’l aneti ve mine’l ümûri’l mütammirât.
Allah’ım! Aniden ortaya çıkan kıtlıktan ve yangınlardan din düşmanlığından, gafletten, rahata düşkünlükten, hakkı kabul etmemekten ve helâk eden gizli felaketlerden Sana sığınırız.

Evrad, sık sık ve devamlı okunan dualar demektir. Aynı zamanda, Farsçada vird; talebe, şakird, mürid demek olup ikisi arasındaki ilişkiye de işaret eder.(1) Yani Hak yolcusu bu azıkla canlı ve diri kalır, yoluna devam eder. Ondan koptuğu zaman da, pörsümeye, solmaya, şeytanın ağına takılmaya kendini salıvermiş olur. "Kim Rahman'ın zikrinden yüz çevirirse, ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık o, onun yakın arkadaşı olur." (2)
... Asrımızda iman ve Kur'an vadisinde büyük bir çığır açan, Bediüzzaman Hazretleri, evrad u ezkar insanı olarak da bize güzel bir numune olmuş, büyük bir bahtiyardır. Bediüzzaman'ın evrad u ezkar hayatında iki şey dikkat çeker:
1-Evradda devamlılık
Her büyük Hak dostu gibi Üstad Bediüzzaman da, Allah Resulü'nün (sas) "Az; ama devamlı" olma ve "başladığı ibadeti bırakmama" sünnetlerine azami şekilde ittiba etmiştir.
8,5 sene kadar kaldığı Barla'daki komşuları naklediyorlar: "Üstadı, geceleri, Dershane-i Nuriye'nin önündeki bir mübarek çınar ağacının dalları arasında bulunan kulübecikte, sabahlara kadar tesbihat ile ezkar ile terennüm eder görürdük. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhteşem ağacın binlerce dalları arasında şevk ve cezbe içinde uçuşan kuşlar arasında Üstadın böyle sabahlara kadar çalışmasını gördükçe,ne zaman uyur, ne zaman kalkar bilemezdik. (3)
Kastamonu'nun medar-ı iftiharı olan Mehmed Feyzi Efendi ise şöyle diyor: "Gecelerde sabaha kadar calib-i dikkat bir hal-i haşine ile ubudiyette bulunurlar. Yaz ve kış bu adetleri tahalluf etmez. Teheccüd ve münacaat ve evradlarını asla terk etmezler. Hatta bir Ramazan'da pek şiddetli hastalıkta altı gün bir şey yemeden savm-ı visal içinde ubudiyetteki mücahedelerini terk etmediler. Komşuları her zaman derler ki: "Biz sizin üstadınızın sekiz sene yaz ve kış geceleri, aynı vakitlerde, sabaha kadar hazin ve muhrik sadasıyla münacaat seslerini dinler ve böyle fasılasız devamlı mücahedesine hayretler içinde kalırdık." (4)
Bediüzzaman'ın yetiştirdikleri insanlar da hep böyle evrad u ezkarla hemdem, teheccüdde berdevam ağzı dualı mana insanları olagelmişlerdir. Onlardan biri olan Zübeyr Gündüzalp tavsiyelerinde "Evrad u ezkara ihtimam.. azami ihtimam" derken, başka bir yerde, "Evrad, hizmetin lezzetini artırır." (5) diyerek bir başka hususa işaret etmektedir.
... Evrad u ezkarın terk edildiği yerde enaniyetler kabarır, gerilim azalır. Ortada bir sürü his insanı kalır. Ama "kalp insanı asla; ama ruh insanı katiyen"... Evet, maneviyatsız, kuru bir okuma ayrı bir bela ve ayrı bir marazdır.
2-Zikrederken tefekkür etmeli
Bediüzzaman okuduğu evradı, tefekkürle içine sindire sindire okurdu. Hatta birçok hakikatin kalbine evrad okurken tülu ettiğini eserlerinde görüyoruz. Bu tefekkürlere misal olarak 10. Mektup'ta, Şah-ı Nakşibendi'nin Evrad-ı Kudsiye'sini okurken, Tarihçe-i Hayat'ta geçen bir mektubunda namaz tesbihatını okurken kalbine gelen manalara bakılabilir. (6)
Üstad Bediüzzaman, okuduğu virdlerin çoğunu "üstadlarımdan" dediği (7) Nakşi-Halidi Şeyhi Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (ks) Hazretleri'nin tertip etmiş olduğu 3 ciltlik Mecmuatü'l-Ahzab isimli dua kitabından seçmiştir. Zaten kendisi Sungur ağabeyin nakline göre Mecmuatül ahzabı 15 günde bir hatmedermiş ki,bu 6 Kur'an kalınlığında dua demektir.
Bediüzzaman, zikir ve tefekküre önem verirken yaptığı zikirler şöyle:
1-Cevşen
"Kur'an'ın hakiki ve tam bir nevi münacaatı ve Kur'an'dan çıkan bir çeşit hülasası olan Cevşen-i Kebir." (8) dediği bu duayı Türkiye'de meşhur eden Bediüzzaman Hz. olmuştur. Kendisi de Cevşeni her gün okuyarak hayatının son kırk senesi bu adetini terketmemiştir.(9)
Bin hususiyeti bulunan Cevşen-i Kebir (10) dediği Cevşen'in pek çok dünyevi faidesini de hayatında bizzat görmüştür. Mesela Emirdağı'nda bir zehirlenmesi esnasında, "Cevşen-ül Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat, hastalık, ızdırap çok şiddetlidir." (Tarihçe-i Hayat-461) derken Emirdağ Lahikası'nda ise, "Düşmanlarımın maddi-manevi zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar." demektedir. (Emirdağ, 1/145)
Cevşenin "binbir esma-i ilahiyi havi olduğunu her günde 2-3 defa ezberden okurdu.
2- Celcelutiye
Hz. Ali (kv)'ye dayandırılan, İmam Gazali'nin şerh yazdığı bu duayı da sık sık okurdu. Bediüzzaman Hz.nin Şia kaynaklı rivayetlere eğilerek, aralarından ehl-i beytin tertemiz kanalıyla gelenleri seçmesi ve bizlere tanıtması ittihad-i İslam adına çok manidardır.
3-Hizb-i Masun
13. Şua'da gördüğümüze göre, İmam-ı Gazali Hazretleri'nin tertip ettiği bu duayı da okuyordu. Bu dua Fethullah Gülen Hocaefendi'nin tertip ettiği Dua Mecmuası'nda mevcuttur.
4- İmam-ı Şafii'nin bir münacaatı
Bediüzzaman '8-9 senedir duamdır dediği bu münacaat için; "Hatta münacaatın en güzeli ve ciddisi ve en yücesi...olan İmam-ı Şafii'nin meşhur bir münacaatını çok defa okuyordum." ifadesini kullanır.
5- Abdülkadir Geylani'nin bir münacaatı
Üstadın düzenlediği Hizb'ül Hakaik-i Nuriye adlı evrad(dua) kitabının sonlarında yer alan bu münacaat da muhteşem bir duadır. Bediüzzaman Hz. bu duanın başında Arabi ibarelerle bir açıklama düşmüştür ki kısa tercümesi şöyledir: "Allah'ım, günahlarım boynumu büktü. Günahlarımın çokluğu ile utanıyorum. Ve gafletimin şiddeti sesimi kıstı. Senin rahmet kapını çalıyorum. Ve mağfiret kapında seyyidim ve senedim Şeyh Abdülkadir Geylani'nin -Senin kapında makbul olan nidasıyla- nida ediyorum."
6-Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend
Yine üstadın düzenlemiş olduğu dua kitabında var olan bu dua için Bediüzzaman: Hz. "Şah-ı Nakşibendi'nin kudsi bir duasıdır ki, Hazret-i Peygamber (sas)'den manevi alemde ders almış." der
Abdülkadir Badıllı'nın nakline göre Üstad bu evradı da ezbere biliyormuş. (Bkz. Badıllı a.g.e., 791.)
8- Delaili'n-Nur:
Bediüzzaman Hz.nin düzenlediği Delaili'n-Nur, evliyanın büyüklerinin salavatlarını içine alan çok mükemmel bir salavat kitabıdır.
9- Sekine:
Üstad Hazretleri, İmam-ı Gazali' den aldığı bu duayı kendine daima vird edinerek bütün evradları zamanla değiştiği halde onu hiç bırakmamıştır.
10- Veysel Karani'nin münacaatı: Tabiinin büyüğü Üveys el Karani'nin bu münacaatı da Bediüzzaman Hz.nin devamlı okuduğu dualardandır.
11-6 ayeti kerime:
Ayrıca Hazreti Bediüzzaman akşam namazından sonra devam ettiği ve Lem'alar'ın başında zikrettiği 6 ayet-i kerimeyi 33'er defa okumuş...
Akşam-yatsı arasını "çok kıymetdar dua vakti" olduğunu belirterek, hatta bu zamanı değerlendirmeyen talebelerini ikaz etmiştir..
Bunlar Bediüzzamanın okuduğu dua ve evradın tamamı değildir.Biz sadece bazılarını nakledelim istedik.
Son olarak Bediüzzaman'ın evrad okuyuş şeklini nakledelim. Talebelerinden öğrendiğimize göre önce Delaili'n-Nur'daki salavatlardan bir kısmını okur; daha sonra ara vererek diğer evradlarını okur; en sonunda yine Delaili'n-Nur'daki salavatlarla tamamlardı. "İki salavat arasında okunan dua makbuldür." derdi.
DİPNOTLAR
(1) Büyük Lügat-TÜRDAV Yayınları
(2) Zuhruf; 36
(3) Tarihçe-i Hayat, sh. 166, Envar Neşriyat.
(4) Tarihçe-i Hayat, sh. 327
(5) Altın Prensipler, S:38-Yeni Asya Neşriyat.
(6) Tarihçe-i Hayat, sh. 298
(7) Bkz. Es'ad Coşan, Güncel Meseleler, Seha Neşriyat.
(8) Sözler, sh. 441, Sözler Yayınevi
(9) Abdülkadir Badıllı, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, sh. 739, Envar Neşriyat.
(10) Lemalar, sh. 183, Yeni Asya Neşriyat.

Evrâd, sözlükte "gelmek, çeşmeye varmak, suya gelen topluluk, akan su ve dere" gibi mânâları olan vird kelimesinin çoğuludur. (Asım ef. 2:52) Kelime zamanla, gece ibadete ayrılan vakit, Kur?ân'dan her bir cüz, her gün rutin olarak okunması görev hâline getirilen dua veya zikir gibi anlamlar için de kullanılır hâle geldi
Kûtu'l-Kulûb sahibi Ebû Talib el-Mekkî, vird hakkında şu bilgiyi vermektedir: "Vird, gece ve gündüzden kula uğrayan ve kulun Allah'a yakınlığını sağlayıcı bir faaliyet için ayırmış olduğu belli zaman dilimlerinin adıdır. Ahiret'te karşısına çıkması için bu vakitte güzel ameller işler. Bu ameller ya farzdır ya da nafiledir. Gece veya gündüzün bir vaktinde bunları yapmayı itiyat hâline getirince bu onun virdi olmuş olur. Vird, dört rekatlık bir namaz veya okunan bir kaç sayfa Kur?ân ya da iyilik ve takvada birine el uzatıp yardım etmek ve benzeri amellerdir. Dolayısıyla, belirlenip devam edilen amele vird denir. Bazıları Kur?ân hiziplerinden kendilerine vird edinirken, bazıları belli sayıda namaz kılmayı vird edinir. Bir kısmı da, gece ve gündüzü dilimlere ayırarak bazı dilimlerini Kur?ân okuma, namaz kılma ve tefekkürle geçirirler. Onların da virdi bu olmuş olur. Gerekli mertebeleri geçen arifler ise, zaman sınırlamasına gitmeden, bütün vakitlerini bir vird yaparak, sürekli Rabbileriyle beraber olacak bir atmosfer içinde bulunmaya gayret ederler." (Mekkî, 1:81)
Genel olarak, her gün okunması âdet hâline getirilen Kur?ân'dan bir miktar ve Hz. Peygamber'den gelen me'sûr dualarla, salât ve selâma vird denmekle birlikte, gece kılınan namaza da vird denilmiştir. Nitekim "gece kılmayı âdet edindiği virdine kalkamayıp kaçıran kimse, gündüz zevalden önce kılarsa aynı sevabı alır." (Müslim, "Müsafirin", 142; Ebû Davud, "Tatavvu", 19) müjdesini bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) vermiştir. Ayrıca vird, nafile namaz kılma, Kur?ân okuma ve dua etmenin yanı sıra, tefekkür ve ağlama anlamında da kullanılmıştır. Cüneyd-i Bağdadî'nin ağlama ve namaz da dahil olmak üzere geceye ait bir virdinin olduğu, bize aktarılan bilgiler arasındadır. (Kuşeyrî, 291, 298)
Fıtrat dini İslâm, geniş anlamıyla, yaratılanların Yaratan karşısında takındıkları tavırdır. Kur?ân bu tavra tesbih, hamd, tekbir ve secde gibi isimler vermektedir. (Ra'd Sûresi, 13/13, İsra Sûresi, 17/44, Nur Sûresi, 24/41) Verilenler, genel kavram olan ibadet ve/veya duanın çeşitleri sayılırlar. Hattâ, İslâm'ın günde beş ayrı vakitte edasını emrettiği namaz ibadetini karşılamak üzere Kur?ân ve Hadis'te kullanılan salât tabirinin sözlük anlamı da duadır. Takdis, secde, tekbir, hamd ve şükür kavramlarında da yaklaşık bu mâna bulunmaktadır. (Cürcani, "Tesbih" md.) Nitekim ibâdet ve dua burcunun zirvesindeki İnsan'ın (s.a.s.) ifadesiyle ibadetin de özü duadır. (Tirmizî, "Daavat", 1)
Belirli bir vakte bağlı olmayan en ideal dua şekli ise, zikirdir. Kur'ân'ın üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri olan zikir, müştaklarıyla (türevleriyle) birlikte 256 yerde geçmektedir. Kur'ân'da genellikle lûgat anlamlarına uygun bir şekilde Allah'ı anmak, O'nu daima hatırlayıp hiç unutmamak mânâlarına kullanıldığı gibi, namaz (Ankebût Sûresi, 29/45, Cuma, 62/9) ve Kur?ân (Hicr Sûresi, 15/9) gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Üç âyette zikr-i kesir emri vardır. (Al-i İmran Sûresi, 3/41; Ahzap Sûresi, 33/41-42; Cuma Sûresi, 62/10) Bir âyette mü'minlerin ayakta, oturarak ve yanları üzere yatmışken Allah'ı zikrettiği belirtilmektedir. (Al-i İmran Sûresi, 3/191) Bir başka âyette, "Sabah ve akşam Rabbini, içinden yalvararak, ürpererek ve yüksek olmayan, kendinin işitebileceğin bir sesle zikret, gafillerden olma!" (A'raf Sûresi, 7/205) lafızlarıyla anlatılan zikrin, gafletin zıddı olduğu "Unuttuğunda hemen Rabbini an" (Kehf Sûresi, 18/24) âyetiyle teyit edilmektedir. Bir diğer âyette, " Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın!" (Münafikûn Sûresi, 63/9) diye emredilirken, bir başka âyette ticaret ve alış verişin kendilerini Allah'ın zikrinden alıkoymadığı kişiler rical(yiğit) olarak tavsif edilmektedir. (Nûr Sûresi, 24/37) Bir yandan kalplerin ve gönüllerin ancak zikr-i İlahî ile itminana ulaşabileceği vurgulanırken, (Ra'd Sûresi, 13/28) diğer yandan, Hakk?ın zikrinden yüz çevirenin sıkıntılı bir hayatla imtihan edileceğine (Ta-Ha Sûresi, 20/124) dikkat çekilmektedir.
Dikkat edilirse Kur'ân, sadece zikir için bir sınır koymayıp çok kelimesini kullanmaktadır. Diğer bütün ibadetler bir yönüyle sınırlandırıldığı hâlde, zikir için zaman, mekân ve pozisyon ayırımı yapılmadan âdeta sınırsızlaştırılmıştır. Öyle olması gayet tabiidir; çünkü zikir, perdelerin bütününü kaldırarak Kudreti Sonsuz'la irtibat kurmanın en ideal şeklidir.
Zikrin özelliklerinden biri de, ona zikirle mukabele edilmiş olmasıdır. Allah (c.c.) "Beni zikrediniz ki, Ben de sizi zikredeyim" (el-Bakara Sûresi, 2/152) buyurmuştur.
Zikrin fazileti hadislerde de dile getirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadiste Rabbisini zikredenle etmeyeni diri ile ölüye benzetir. (Tirmizî, "Daavat", 67) Diğer bazı hadislerde ise, şöyle buyurur: "Size amellerinizin en hayırlısını söyleyeyim mi? Allah'ı zikretmek." (Tirmizî, "Daavat", 6) "Bir topluluk oturup Allah'ı zikrederse, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar." (Müslim, "zikir", 8) "Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada yiyiniz, içiniz, yararlanınız." Efendimiz (s.a.s.), "Cennet bahçeleri nedir"? sorusuna: "Zikir meclisleri." diye cevap vermiştir." (Tirmizî, "Daavat", 82)
Hz. Peygamber (s.a.s.), farklı zaman ve mekânlarda zikir ve dua ile uğraşmış ve bunu Müslümanlara tavsiye buyurmuştur. Meselâ O, her gece, İsra ve Zümer sûrelerini okurdu. (Buharî, "Tefsir, 17", 1, 21) Daha sonra da değineceğimiz gibi, seherlerde dua, istiğfar ve gözyaşı, O'nun hayatında sıkça görülen amellerdi.
Bu uygulamalar, İslâm'ın ilk asırlarında, özellikle hadisçiler arasında "amelu'l-yevm ve'l-leyl" (gündüz ve gece ibadeti) adıyla bir kitap türünün meydana gelmesine vesile olmuştur.
Günlük evrâd üzerinde hassasiyetle duran kesim, en başta tasavvuf ehlidir. Kuşeyrî'nin verdiği bilgiye göre Nasrâbâzî, tasavvufun vazgeçilmez esaslarını sıralarken "vird ve zikre devam etme" maddesini ilave etmiştir. (Kuşeyrî, 173) Aziz Nesefî (700/1300) de, tasavvufî hayatın sekiz edebini sayarken, belli vakitlere tahsis edilen evrâdı ihmal etmemeyi, özellikle tavsiye eder. (Cilî, 181) Yolculuk gibi sıkıntılı zamanlarda, bekârın evliliğinden sonra, hattâ cephede ve ölüm yatağında dahi günlük evrâdı terk etmemeye özen gösteren sûfîler, feyzin gelmesini belli dualara bağlamışlar, "virdi olmayanın varidi olmaz" demişlerdir. Onun için Ataullah el-İskenderanî (709/1309) virdi "Allah'ın kuldan istediği şey", varidi ise, "kulun Allah'tan beklediği şey" olarak tarif etmiştir. (İskenderanî, 26, 29)
Tarikat mensupları arasında yaygın olan en hacimli evrâd ve dua kitabı, Ahmet Ziyauddin
Gümüşhanevî'nin (1813-1893) Mecmuatu'l-Ahzab adlı üç ciltlik derlemesidir (İstanbul 1311). Yaklaşık 2000 sayfa hacmindeki bu eserde Peygamber Efendimiz, dört halife ve sahâbelerden başka hizib ve virdleri bulunan bazı sûfîler şunlardır: İbnu'l-Arabî (638/1240), Ebû'l-Hasan eş-Şazelî (656/1258), İbrahim ed-Desûkî (693/1295), Gazzalî (505/1111), Muinu'd-Din-i Çiştî (633/1236), Şahabeddin es-Suhreverdî (632/1234), Husameddin-i Uşşakî, Sa'deddin-i Cibavi, Abdulkadir-i Geylanî (562/1160), Abdulğanî en-Nablûsî (1143/1731), Bahâddin Nakşibend (791/1389), Mevlana Celaleddin-i Rumà (672/1273), Ahmed er-Rifaî (578/1183), Ahmed el-Bedevî (675/1276), Zeynuddin-i Hafî (838/1435).
Evrâd ve ezkâr kitapları arasında Nevevî?nin (1233-1277) Ezkâr-ı Nevevî diye tanınan Hilyetu'l-Ebrar adlı eserinin de (Dimaşk 1971) önemli bir yeri vardır. Nevevî'nin eseri gibi çok okunan evrâd kitaplarından biri de Muhammed b. Süleyman el-Cezûlî (870/1465)'nin Delâilu'l-Hayrat'ı (Kara, 11:533) diğeri de Ehl-i Beyt tarikiyle Peygamber Efendimiz?e nisbet edilen Cevşen'dir.
Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi, sözlükte bir tür zırh, savaş elbisesi anlamına gelmektedir. Cevşen, Musa el-Kazım, Ca'fer es-Sadık, Muhammed el-Bakır, Ali Zeynülabidin, Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Peygamber Efendimiz?e nisbet edilir. Cevşen, her biri Allah'ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtiva eden 100 bölümden ibaret uzunca bir dua veya münacattır. Duanın tamamı Allah'a ait 250 isim ve 750 sıfatı muhtevidir. Bütün bu münacatların ana gayesi, dünya afetlerinden ve Âhiret azabından kurtuluşu niyaz etmektir. (Aydüz, Yeni Ümit, s: 51, s: 32-27)
Evrâdın, tasavvuf yoluna girmiş müridin kabiliyet ve ruhî durumuna göre tesbit edilmesi, en önemli noktalardan birisidir ve mürşidin görevleri arasındadır. Yaz ve kış aylarına, gecelerin kısa ve uzun olmalarına göre virdleri ve muhtevalarını değiştiren mürşidler de olmuştur. Nitekim Gazalî de evrâdın, şahsın durumuna ve yaşanılan zamana uygun değiştiğini söyler. O, ayrıca mü'minleri, âbid, âlim, öğrenci, zanaatkâr (işçi-esnaf-çiftçi, sanatkâr vb), kamu hizmeti gören memur ve bütünüyle kendini Allah'a veren muvahhid olmak üzere altıya ayırır ve "Bil ki, Âhiret yolcusu olup Allah için çalışan kimse bu altı durumdan birinde bulunur," diyerek, bu sınıfların virdlerinden söz eder. Ona göre âbid, bütün gününü değişik ibadetlerle geçirmelidir. İlim adamının her türlü ilmî faaliyeti, farzları ve farzlara tabi sünnetleri yerine getirmesi şartıyla, en yüce ve makbul evrâdı oluşturur. Öğrenci için ilim öğrenmek, zikir ve nafilelerle uğraşmaktan önce gelir. İşçinin çalışması, zenaatkârın iş üretmesi de onların evrâdı cümlesinden sayılır, elverir ki farzları ve onlara tabi olan sünnetleri kaçırmasınlar. (Gazalî, 1:450)
Evrâdla ilgili vurgulanması gereken noktalardan birisi de, mürşidin kontrolünde vird edinmenin, tasavvuf yoluna intisap etmiş olanlara has olduğu gerçeğidir. Bunun dışında kalanlar, Kur?ân ve Sünnet'in gösterdiği genel çerçeve içinde, bir mürşide intisab etmeden de vird edinme imkânına sahiptirler. Hattâ bunun, her Müslüman için bir gereklilik olduğunu söylemek de mümkündür.
Hadis âlimlerinden Abdüssamed ibn Süleyman, bir hatırasında şunları anlatır: "Ahmed ibn Hanbel'e misafir olmuştum. Odama su koydu. Sabahleyin suyu kullanmadığımı görünce "Virdi olmayan nasıl hadisçi olabilir?" diyerek hayretini ifade etti. Misafir olduğumu söyleyince, "Misafir ol! Mesruk hacca gelmişti, o da misafirdi, ama geceleri sadece secdede uyurdu." dedi.
Tarikat şeyhi olmamasına rağmen, engin bir manevî hayat yaşayan Bediuzzaman Said Nursî, istisnasız her gece virdini okuyunca, günlük çalışmalarının verdiği usanç ve yorgunluktan bir eser kalmadığını ve bunu yüzlerce defa müşahede ettiğini ifade eder. (Kastamonu Lâhikası, 228) Onun virdi için ise şu açıklama yapılmaktadır: "Üstad, geceleri Kur?ân-ı Kerim'den vird edindiği süreleri, Resûl-ı Ekrem'in meşhur münacatı olan el-Cevşenu'l-Kebir'i, Şah-i Geylanî ve Şah-i Nakşîbendî gibi evliyanın büyüklerinin münacat ve hiziblerini, salâvat-ı nuriyeleri, bilhassa Risale-i Nur'un menbaı olan Hizbu'n-Nuriyeyi, âyât-ı Kur?ân'iye'nin lemaatı olan ve bir tefekkür zinciri oluşturan ve Yirmi Dokuzuncu Lem'a'da toplanan hizib ve münacatları okurdu." (Tarihçe-i Hayat, 168)
Said Havva, ortalama bir virdi "gece ibadeti, farzları cemaatle kılma, kuşluk ve revatip sünnetlerini kılma" şeklinde açıklarken (Havva, 170), Fethullah Gülen Hocaefendi de, evrâdı terk etmeyi içte bozulmanın alâmeti sayarak şöyle der: "İçte değişikliğe uğramanın bir diğer emaresi de, evrâd u ezkârı ve günlük hizbimizi okumayı, değişik sâiklerle de olsa terk etmektir. Dine hizmet ediyoruz, koşturuyoruz diye evrâd u ezkâr rafa konmuş durumda. Oysa ki, Tabiûn ve Tebeu't-Tabiin'e baktığımızda, her türlü vazife ve sorumluluklarının yanında evrâdı hiç terk etmediklerini görüyoruz." (Fasıldan Fasıla, 1:115)
Vird Çeşitleri veya Şekilleri
Öyle anlaşılıyor ki, tertipli ve düzenli evrâda sahip ve bir mürşidin izni ve gözetimi altında zikreden tasavvuf ehlinin dışında kalan mü?minler de, vird sahibi olmalıdırlar. Zira Allah'ı anmak, bütün mü'minlerin görevi ve manevî zevkidir. Bunun nasıl yapılacağı, zamanı ve kapsamı konusu ise Kur?ân ve hadis kitapları ışığında kısaca şöyle açıklanabilir:
1. Kur?ân Okuma: Zikrin en olgunlaştırıcı şekli ve her mü'mine uygun olan tertibi şüphesiz Kur?ân'dır. Çünkü O, Allah tertibi olduğu için, bütün kulların arzu ve ihtiyaçlarına en güzel biçimde cevap verir. Dolayısıyla Kur?ân, hiç olmazsa ayda bir, baştan sona okunmalıdır.
2. Peygamber Efendimiz'e Salât ve Selâm Getirme: Kur'ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz'e salât ve selâm getirmeyi, hem Allah ve meleklerinin fiili, hem de Allah'ın bir emri olarak tespit buyurur: "Muhakkak ki Allah ve melekleri, Peygamber'e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin." (Ahzab Sûresi, 33/56) İslâm âlimlerine göre Resûlullâh'ın ismi zikredilince bir defa salât ve selâm getirmek vâcip, isminin tekrar edilişi sayısınca getirmek ise müstehap sayılmıştır. (Cessas Sûresi, 5/243; Elmalılı, 6/333) Keza namazda, tahiyyattan sonra, O'nun isminin geçtiği ve yazıldığı yerlerde, ezan okunduğunda, cuma günlerinde, camiye girildiğinde, cenaze namazı kılınırken, kabri ziyaret edildiğinde salât u selâm okumak müstehap kabul edilmiştir. (Akgül, 128)
Peygamber Efendimiz?den rivâyet edilen bir çok salavât-ı şerife bulunmaktadır. Her mü'min günlük olarak belli sayıda salavât okumayı alışkanlık hâline getirebilir. Ali ibn Sultan el-Kari tarafından tertip edilerek basılan ve haftanın her günü için ayrı dua ve virdleri ihtiva eden el-Hizbu'l-A'zam adlı mecmua, cuma günü virdini salavât-ı şerifelerden oluşturmuştur. Bu ve benzeri mecmuaları takip etmek mümkündür. Ayrıca bazı bölgelerde namazlardan sonra yapılan tesbihâtın tamamlayıcı bir unsuru olarak salavât okunmaktadır. Tesbihâtta bir sınırlama olmadığına göre, özellikle yalnız başına namaz kılanların bunu uygulaması mümkündür.
3. Namaz Tesbihâtı: İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren özellikle cemaatle kılınan farz namazlardan sonra hemen hiç terk edilmeden okunan ve hemen her Müslüman'ın ezbere bildiği tesbihât, âyet, tesbih, tahmid, tekbir, salât, dua ve Allah'ın isimlerinden oluşan ve terk edilmemesi gereken mükemmel bir virddir.
4. Gece İbadeti: Başta teheccüd namazı olmak üzere, gece ibadeti kapsamına giren hususlar, vahyin nazil olduğu ilk dönemlerden itibaren vazgeçilmez birer ibadet ve Allah'ın rıza ve yakınlığını kazanma yolu olarak görülmüş; dinî hassasiyeti olan her mü'min tarafından titizlikle takip edilmiştir. (Yüce 2000)
5. Belli Zamanlarda Okunan Dualar: Yukarıda saydığımız hususların tamamı birer duadır. Ayrıca belli zamanlarda okunan dualar bulunmaktadır. İslâm âlimleri, Kur?ân ve me'sur hadislerde geçen duaları mecmualar şeklinde tertip etmiş ve hemen her dilde okunabilecek şekilde basmışlardır. Bunlar sabah kalkarken, camiye girerken, bir belâ ânında, yatağa uzanırken vs.. hemen her durum için kısa ve kolay ezberlenecek dualardır. Bir bütün hâlinde bu duaları da birer vird sayabiliriz.
6. Nafile Namazlar: Farzlarla beraber kılınan sünnetlerin dışında Kuşluk Namazı, Evvabin Namazı gibi nafile namazlar da her mü'minin yapabileceği birer vird olarak sayılmışlardır. En azı iki rekat olan bu namazlar, Efendimiz'in uygulamaları ışığında daha fazla da kılınabilir.
Ayrıca tefekkür, muhasebe ve ona eşlik edecek olan gözyaşı, yukarıda kısaca özetlediğimiz virdlerin tamamlayıcı unsurlarını oluştururlar. Günlük uğraşıların ezici yorgunluğundan kurtulabilmek için böyle bir vird, hayatın, özellikle de ruh hayatının düzen ve sağlığı için vazgeçilmez bir faaliyet olacaktır. Gün boyunca çarşı, pazar ve işyerlerinde alınan manevî yaraların tedavisi, başka nasıl mümkün olabilir ki..?
Kaynaklar
Abdulhakim Yüce, Gece İbadeti, İstanbul, 2000; Abdülkerim el-Cilî, İnsan-ı Kâmil; Abdülkerim el-Kuşeyrî, Risale; Asım Efendi, Kamus Tercümesi, c: 2; Ataullah el-İskenderanî, Tasavvufî Hikmetler; Cürcanî, Ta'rifat; Davut Aydüz, "Cevşen Üzerine", Yeni Ümit, sayı: 51; Ebû Bekir Ahmed ibn Ali el-Cessâs, Ahkâmü'l-Kur?ân, 5/243; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur?ân Dili, c: 6; Ebû Talip el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûp, c: 1; Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla, c:1; İmam Gazalî, İhyâ, c: 1; İrfan Gündüz, Gümüşhanevî; Muhittin Akgül, Kur?ân'da Hz. Peygamber; Mustafa Kara, "Evrâd", DİA, c: 11; Said Havva, Ruh Terbiyemiz; Said Nursî, Kastamonu Lâhikası; ayrıca Tarihçe-i Hayat.

EVRAD U EZKAR: Evrad, vird (sık sık ve devamlı okunan dua) kelimesinin çoğuludur. Ezkar ise zikir kelimesinin çoğuludur. Bütün tesbihler (Cenab-ı Hakkı şanına layık ifadelerle yad etmek), takdisler (mukaddes bilmek), tenzihler (eksik ve kusurlardan uzak görmek), tazimler (ALLAH’ı yüceliğini ifade etmek), tehliller (ALLAH’ın birliğini ifade etmek) ve tahmidler (hamd etmek) evrad u ezkara dahildir.
Sofîlerce, Allah'ın ad ve unvanlarının teker teker veya birkaçının bir arada anılması ve tekrar edilmesi şeklinde anlaşılan zikir; anmak, hatırlamak, varlığın koridorlarında gezerken hemen her nesneden Allah'a ait bir mesaj almak ve O'nu ins-cin herkese ilan etmek demektir. Cenâbı Hakk'ı mübarek isimleriyle yâd etmek, sıfât-ı Sübhâniyesiyle anmak, ef'âl-i ilâhiyesiyle (ilahi fiilleriyle) hatırlamak ve “Allah şu isleri nasıl da bin bir hikmetle yapıyor” diyerek takdir ve minnet hislerini ifade etmektir zikir.
Zikir, bazen mücerret (sınırlı) bir yâd etme şeklinde olur; bazen de onunla beraber bir fikir ve tefekkür de bulunur. Bazen kalbinizde takdir ve tebcil hisleri coşar ve Allah'ın ululuğunu, azametini temâşâ ettiğiniz o an içinizden “Allahu Ekber” demek gelir. Bazen, O'nun sonsuz nimetlerinin sağanak sağanak boşalması karşısında gönlünüzde “Elhamdulillah, elminnetü lillah, eşşükrü lillah” diye bağırma, Cebâbı Hakk'a minnet ve şükranlarınızı ifade etme arzusu hasıl olur.
Bir başka zaman, Allah Teâlâ'yı şerikten, nazîrden, zıdd u nidden tenzih sadedinde ya da bazı insanların bir kısım işleri falana, filana veya kendilerine isnâd etmeleri karşısında, “Her şeyin fâili Allah'tır; O, işine başkalarının karışmasından muallâdır, müzekkâdır.. O Sübhândır..” der, “Sübhânallah” diye haykırmak istersiniz. Mesela, bir belgeselde, insan fizyolojisiyle, anatomisiyle ya da ruhun fizikî yapı üzerindeki tasarruflarıyla alakalı baş döndüren icraât-ı sübhâniyeyi gördüğünüz zaman, ard arda “Sübhânallah” sözü dökülür dudaklarınızdan; Allah'ı anarsınız, “Ne büyüksün Rabbim, Sen Ahsenü'l-hâlıkînsin” demek gelir içinizden.
Bir musibete maruz kaldığınız ya da bir belanın def' ü ref'ini gördüğünüz zaman da, yine O'nun merhameti, hıfzı ve inayeti ile alakalı mülahazalar gelir aklınıza; gelir de siz “Yâ Fârice'l-hemm, yâ Kâşife'l-gamm” yakarışlarıyla bir kere daha O'nu yâd eder ve “Ey sıkıntı ve tasaları kaldıran, ey gam ve kederleri gideren” diyerek O'na yönelirsiniz. Bunların herbiri, değişik şekillerde O'nu zikretme demektir ve hadiselerin insan gönlünde tetiklediği duygularla meydana gelen zikirlerdir.
Ayrıca, zikir alanını geniş tutma mevzuuna yolda yürüme, koşu bandına binme ve araba kullanma gibi günlük işlerinizi de dahil ederek mütemâdiyen Allah'ı zikretmeniz de mümkündür. Mesela; her gün bir saat araba kullanıyorsanız, yarım saat-kırk dakika yürüyorsanız; o yarım saat ya da kırk dakikalık zamanda bir günlük hizbinizi, belki yarısını belki de bütününü okuyabilirsiniz. Teybinizi açar, ya Kur'an dinler ya da bir ilahîye kulak verir ve onun içinden kendinize göre bir yol bulup O'na yürüyebilirsiniz.. kalbinizi işletip, ruhunuzu söyletebilir, nefsinizin burnunu kırıp şeytana ağzının payını verebilirsiniz. Eğer bir yol arkadaşınız olursa, onun hâlini-hatırını da sorabilirsiniz; ama, bir müddet sonra bir şey okumaya başlayarak hüsn-ü misal teşkil etmeniz de mümkündür.
İşte öyle arzu ediyorum ki, müminler arasında yeniden bir zikr u fikir mülahazası canlansın, gelişsin. Bu devirde i’la-yı kelimetullah vazifesinin bütün vazifelerden önde olduğu; ama bu vazifenin, ALLAH’ı sürekli anmadan, Ona sığınmadan ve her gün bir kere daha evrad u ezkarla dolmadan yapılamayacağı bilinsin. Gönüllerimizde bir kere daha zikir heyecanı uyansın. Ve sırlı bir yolculuktan sonra herkes “huzur-u kalp” ufkuna ulaşsın.” ( M. F. Gülen )
FAZİLETLİ ZİKİRLER: Cenab-ı Hak’ın, her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nazır, her mekanda hazır, mekandan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan mualla, bir Kadir-i Zülcelal, bir Rahim-i Zülcemal, bir Hakim-i Zülkemal olduğunu düşünerek “Sübhanallah”(ALLAH’ı kusur ve noksanlardan tenzih ederim) demek, Cenab-ı Hak’ın bize verdiği varlık, hayat, insanlık, iman, İslam, akıl, şuur ve saymaktan aciz olduğumuz daha nice ihsanlara; ayrıca maddi ve manevi, açık ve gizli nimetlere bizi mazhar kılmış olduğunu kavrayarak “Elhamdülillah”(Ezelden ebede her türlü hamd, şükür, övgü ve minnet ALLAH’a mahsustur) çekmek ve ALLAH Teala ve Tekaddes Hazretlerinin bir anda milyarlarca galaksiyi hiç karıştırmadan, saptırmadan, birbirine çarptırmadan tesbih taneleri gibi evirip çevirirken, diğer yandan dünyamızı mükemmel bir ahenk içinde kendi çevresinde ve güneşin çevresinde döndürdüğünü; ayrıca bütün insanları, hayvanları ve bitkileri sevk ve idare, tedvir ve terbiye ettiğini tefekkür ederek “Allahü Ekber”(ALLAH en büyüktür, en yücedir) söylemek çok ehemmiyetlidir ki; biz bunları her namazın ardından 33 defa tekrarlıyoruz.
“Gelmiş-geçmiş bütün peygamberlerin dile getirdiği en hayırlı kelime” olduğu ifade edilen, “insanın ebedi cehennemden kurtulmasına vesile” olacağı bildirilen, “amellerin en faziletlisi” olduğu kabul edilen ve insanın manevi terakki ve inkişafında en önemli yeri teşkil eden “La ilahe illallah” kelime-i kudsiyesi, en fazla üzerine düşülmesi ve en çok tekrar edilmesi, diğer yandan ifade ettiği ulvi mana ve hakikatlerin ruhuna inilmesi lazım olan çok değerli bir zikirdir. Hadiste “İki kelime vardır, bunlar dile hafif, terazide ağır, Rahman’a da sevgilidirler.” denilerek vasfedilen“Sübhanallahi ve bihamdihi Sübhanallahi’l-aziym” “ALLAH’ı hamdiyle tenzih ederim, büyük ALLAH’ı tenzih ederim.” zikri de çok tekrar edilmesi gerekli olan zikirlerdendir. Bu zikre bir tamamlayıcı olarak, Efendimiz’in (s.a.v.), 3 kere tekrarlanması halinde, sabah namazından sonra oturup kuşluğa kadar zikirle meşgul olmaktan daha fazla sevap kazandıracağını beyan ettiği “Sübhanallahi ve bihamdihi adede halgıhi ve rida nefsihi ve zinete arşihi ve midade kelimatihi” “Mahlukatı sayısınca, nefsinin rızasınca, arşının ağırlığınca ve kelimelerinin miktarınca ALLAH’ı hamdiyle tenzih ederim.” zikri de okunabilir.
Arzu ve emelleri hesabsız olduğu halde aczi hadsiz, fakrı nihayetsiz ve iktidarı zayıf olan insanoğlunun, korku, elem, zulmet ve dalaletlere karşı korunması ve ibadet, taat, hayır ve hasenata muvaffak olmasının, ancak ve ancak Cenab-ı Hakk’ın güç ve kuvvetiyle gerçekleşebileceğini ifade eden, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın da “Cennet hazinelerindendir” sözüyle okunmasını teşvik ettiği“La Havle vela Guvvete ille billehil-aliyyil-aziym” “Güç de, kuvvet de ancak yüce ve büyük olan ALLAH’tandır.” cümlesi ve Cenab-ı Hakk’ın insana her yönden kafi olduğu yani masiyet ve malaniyatla meşgul olunmaması gerektiğini ve düşman, bela ve afetler karşısında ALLAH’ın insana yeteceğini, dolayısıyla şüphe, tereddüt ve korkuya düşülmemesi gerektiğini ifade eden“Hasbünallahü ve ni’mel-vekil” “ALLAH bize yeter, O ne güzel vekildir.” cümlesi de kesinlikle hiçbir zaman ihmal edilmemesi gereken zikirlerdendir.
Bunlardan başka Kur’an, Hadis ve selef-i salihinin eserlerinde daha nice ulvi ve faziletli vird ve zikirler vardır. Mesela Cevşen’ül-Kebir, bu broşürde geçen bütün dua, istiğfar ve zikirleri kapsayan, daha farklılarını da içeren ve devamlı okunması ruhun inkişafına sebebiyet veren, Efendimiz’den (s.a.v.) rivayet edilen çok özel bir dua mecmuasıdır. Biz sadece onlara havale etmekle yetiniyoruz.
SALAT U SELAM: Salat u selamın manası; ALLAH’tan rahmet, meleklerden istiğfar, müminlerden hayır duadır. Salat u selam, Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz’in şan ve şerefini yüceltmektir. Salat u selam, Efendimiz’in (s.a.v.) mertebesinin artmasına, dolayısıyla mahşerde şefaat dairesinin genişlemesine ve daha fazla kişinin cehennemden kurtulmasına vesiledir. Yani biz Efendimiz sallallahü aleyhi veselleme ne kadar çok salat u selam getirirsek şefaatinden o kadar ümitvar olabiliriz.
Salat u selamın bu önemine binaen ALLAH Teala ve Tekaddes Hazretleri Kur’an’da, Zat-ı Mukaddes’inin ve meleklerin Efendimiz (s.a.v.)’e salavat getirdiklerini, müminlerinde salavat getirmeleri gerektiğini şöyle ifade buyurmuştur: “Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzab-56) Rasulullah Efendimiz (a.s.) da adı yanında anıldığı halde kendisine salavat okumayan kimseyi “Hakiki cimri” olarak vasıflandırmış ve bu kişiler hakkında “Burnu yere sürtülsün” mealinde bir temennide bulunmuşlardır. O yüzden ne kadar çok salat u selam getirilirse getirilsin, Efendimiz’in (s.a.v.) yüce adı anıldığında kesinlikle üşenmeden bir kere daha “Aleyhissalatü Vesselam” demeliyiz.
Uzun salavatlardan “Allahümme salli-barik”, “Salat-ı tefriciye”, “Salaten tüncina” ve Risale’de geçen birbirinden güzel salavatlar okunabileceği gibi, Sahabe’den günümüze kadar gelen diğer salavatlarda (eğer bilinmiyorsa araştırılıp) okunmalıdır. En azından cami bir salavat olan şu dua ihmal edilmemeli ve Cuma günleri arttırılmalıdır: “Allahümme salli ve sellim ve barik ve kerrim ala seyyidine Muhammedin ve ala alihi ve ashabihi ecmain” “ALLAH’ım! Efendimiz Muhammed’e, O’nun aline ve topluca ashabına salat et, selam et, bereket ver ve tekrim eyle! (şereflendir)”
Salat u selam hususunda rivayet edilen birkaç hadis:
· İbnu Ubey ibnu Ka’b (r.a.) Efendimiz (a.s.) sordu: “Ey ALLAH’ın Resulü! Ben sana çok salavat getiriyorum, buna vaktimin ne kadarını ayırayım?” “Dilediğin kadarını” cevabını alınca tekrar sordu: “Dörtte biri nasıl?” “Dilediğin kadar yap, arttırırsan senin için daha hayırlıdır.” “Üçte biri olsa?” “Dilediğin kadar yap, arttırırsan senin için daha hayırlıdır.” “Yarı olsa?” “Dilediğin kadar yap, arttırırsan senin için daha hayırlıdır.” “Üçte ikisi nasıl?” “Dilediğin kadar yap, arttırırsan senin için daha hayırlıdır.” “Bütün vakitlerimde sana salat okusam?” “Bu taktirde yeter, günahın mağfiret olunur.”
· “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavat okuyandır.”
· Bir gün Resulullah (a.s.) yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: “Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik. “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salavat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selam okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?”
· “Yeryüzünde ALLAH’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selamını bana (anında) tebliğ ederler.”
UÇAN Blogları

Hiç yorum yok: